Yaşam

Kızılcık Şerbeti, kadınlar için ‘yaşanan din’ ve ikinci yüzyıl

Gökçen Beyinli

‘Kızılcık Şerbeti’ ve ‘yaşayan din’ konulu bu yazıya başladığımda 31 Mart’taki son bölüm yayınlanmamıştı ve RTÜK 5 bölüm için durdurma cezası vermemişti. Ülkedeki “laik-dini” ya da “modern-muhafazakar” kutuplaşmasını aşındırdığı tespitiyle yola çıkan dizinin şöyle devam etti: iki kutbun timsali, kadın mücadelesinin önemini ve değerini vurgulayan diziyi ve Zehra Çelenk’in “Kızılcık Şerbeti’ni övüyoruz: Huzurunuz bozulmasın!” yazısını şiddetle tavsiye ederim.

Bu yazıda dizideki “küçük” bir kusuru, tarihte egemen olan türbe ziyareti, aziz inancı, adak, nazar gibi “popüler” dini uygulamaların dizideki temsilini ele alacağım. Cumhuriyetin ve “batıl inanç” olarak marjinalize edildi. Çünkü çığır açan ‘Kızılcık Şerbeti’, ne yazık ki bu tür dindarlık biçimleri söz konusu olduğunda, ne yazık ki birkaç istisna dışında ülke tarihinin her kesiminde paylaşılan “hurafe” söylemini hatırlatıyor.

1 Nisan Cumartesi sabahı haberleri, cümleye verilen tepkileri, dizinin son bölümü ve 21. bölüm fragmanlarına yapılan yorumları okuduktan sonra “kusurlar” dediğim temsillerle ilgili bu yazıyı bitirmekte tereddüt ettim. İşte mesele artık bambaşka bir boyut kazanmıştı. RTÜK’e uygulanan baskının eleştirisi kuşkusuz çok önemli bir boyuttur. Ama sanırım yorumlarda çok daha önemli görülebiliyor: “Laik-dindar” kutuplaşması artık kadınları ilgilendirmiyor. Bunu 1980’lerden beri süregelen kadın mücadelesinin zaferine büyük harflerle eklemeliyiz. Ayrıca bu kutuplaşmanın dayandığı ve dayatıldığı “eril” din ve dindarlık söyleminin de sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Dizide RTÜK’ü rahatsız eden konulardan biri de bu, yani Pembe Hanım ve “hurafeleri” olabilir. Dizide yer alan “hurafelerden” yola çıkarak “yaşanan dine” bakmak, “din yorgunu” ülkemize ikinci asır için umut verebilir.

‘KÜÇÜK’ BİR KUSUR: PEMBE HANIM VE ‘SÜRPRİZLERİ’

“Hurafelere” inanan, uygulayan ve tavsiye eden karakter “dizinin kötü adamı” Pembe Hanım nazara inanıyor, sadece okuyup üflemiyor, “İşte bizimkiler” diyerek nasihat veriyor. Hatıra Gülcan, ben anlatırım, okur”. Pembe Hanım’ın bir diğer hurafesi de adaktır. Örneğin oğlunun evlenebilmesi için Telli Baba’ya adak adar ve Aziz Mahmut Hüdai’ye başka bir dert için gitmekten bahseder. Kocasından sakladığı yalanın ortaya çıkmasın diye kızı Nursema’ya Yuşa Hazretlerinin yanına gitmesini teklif eder. Gelini Nilay’ın çocuk isteğine çare ararken Nursema’ya “Kabirler çok, türbeler var, adak adayalım. Üstelik Hayriye’nin torunu da böyleydi” der. Nursema, “Hatırlıyorum. Gözcü Baba’ya gittiler” diye yanıt verir. Son bölümde Merkez Efendi Hazretlerinin yanına giderek Nursema’nın eve dönmesi için dua ediyor.

Dizinin farklı bölümlerinde karşılaştığım bu tür uygulamaları (mesleki merakımdan) not alırken senaristlerin bunları “yanlış” kadınlara atfettiklerini düşündüm. Çünkü aslında aydınların yıllardır yürüttüğü ve din eğitiminin eksikliğiyle açıkladığı “hurafeler”le mücadele sonuç vermeyince önce Alevilere sonra da kadınlara mal edilmiştir. (1) “Bâtıl inanç” söylemi temelde “eril”dir çünkü erkekler tarafından geliştirilmiştir, akılcılığı önceler, duyguları önemsizleştirir, “doğru” din ve dindarlığı tanımlar ve günlük hayattaki dinsel pratikleri dışlar. 1980’lerde başlayan mücadelede, özellikle “tüm dindar” kadınların bu tür geleneklerden “kurtulmaları”(2) için, hatta 2000’li yıllarda önemli türbelere “kadın irşad görevlileri” bile atanmıştır. Yaygın İslami söyleme göre kadınların hurafelere inanmalarının nedeni din eğitiminin olmamasıdır. Bu yüzden Pembe Hanım’ı ve özellikle eğitimli Nursema’yı değil, dizideki “laik” kadınları bu tür “batıl inançlarla” ilişkilendirmenin daha gerçekçi olacağını düşündüm. Senaristler bunu bilerek mi yaptılar bilmiyorum ama aslında bu inanç ve uygulamaları “laik” kadınlar yerine “dindar” kadınlarla “ilişkilendirerek” “İslamcı erkeklerin” hassasiyetlerine dokunmuşlar. RTÜK’ün rahatsız olduğu konu derken bunu kastediyorum.

Pembe Hanım’ın bence tek “iyi” yanı hurafeler konusunda din eğitimiyle “aydınlanmaması”. Ekim 2022’de İzmir’de BAYETAV’da düzenlenen “Gündelik Hayatta Din” panelinde “günlük hayatta din” hakkında söylediklerimi dinleyen “dindar” bir genç kadın, vaiz panelinin ardından yanıma geldi ve “Beni hocam gönderdi” dedi. bahsettiğin o türbelere, ‘Ziyaretini anlatmam için beni görevlendirdiler. Ama orada vakit geçirdikçe o kadınların Allah’la kurdukları münasebet beni o kadar etkiledi ki, onların geleneklerine hiç karışmadım’ dediler. Kısacası kadınlar “yaşayan din”in gücüne sezgileriyle direnirler.

.

RTÜK’ün bir diğer rahatsızlığı da Doğa’nın kilise ziyareti olabilir. Bir bölümde doğa kiliseye giderek mumlar dikti ve “Allah’ım bebeğim sağlıklı doğsun, Fatih’le mutlu yaşayalım” diye dua etti. Pembe Hanım’ın, “Cami ayaktayken kilisede ne işin var, kilisenin hali ne diye merak edebilirsin, ziyaret edebilirsin ama ibadet için değil” uyarısına Tabiat, “Ne var bunda? mum yakmak. Ne de olsa orası bir ibadet yeri.” Nursema (o zaman) ekledi, “Bunların hepsi misyonerlik işi. Diğer dinleri güzel göstererek insanlara kendi dinlerini unutturuyorlar.” Tabiat, “Ne saçmalık, mum yakıp namaz kılsam din mi değiştiriyorum” deyince, kocası Fatih onu azarlayarak şaşırtmadı: “Doğa yeter. Her şeyi biliyormuşsun gibi konuşma. sen en azından özür dile.” “İdeal” karakterlerden biri olan Abdullah Peder, işleri tatlıya bağlayarak RTÜK’ü kızdırıyordu: “Gerçek bir Müslüman için cami de kilise de Allah’ın evleridir. Siz doğruları aşkla öğretiyorsunuz.”

‘YAŞAYAN DİN’ NEDİR?

“Yaşayan din” tam da “doğru” Müslüman, Hıristiyan, dindar tanımlarını eleştirmek için ortaya çıktı. Tarihçi Robert Orsi, 1985’te İtalyan göçmenlerin New York-Harlem’de Protestan reformcular tarafından “batıl inanç” olarak tanımlanan mum yakma, adak sunma, mezar etrafında dönme, kutsal suya inanma gibi Katolik geleneklerini nasıl sürdürdüklerini anlatıyor. yüzyıllar ve türbeleri ziyaret ritüellerine çok benzer. (3) Amerikalı tarihçi David D. Hall, 1990’lı yıllarda Harvard Üniversitesi’nde öncülüğünü yaptığı bir konferansın ardından editörlüğünü yaptığı çalışmada “yaşayan din” kavramını geliştirmiş ve bu alanın temellerini atmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde sıradan insanların ölümle başa çıkma, aile yaşamına bağlılık, hediye alışverişi, ağıt yakma deneyimlerini tarihsel ve sosyolojik olarak inceleyen ve bu deneyimler “doğru” dindarlık veya “kurumsal” gibi normatif kategorilerin dışında kalan makalelerden oluşmaktadır. “Din, dinin alanına girmezler. Bunun dışında konumlandırmanın yanlış olmayacağını savunuyor. Çünkü “dini alan”, dindarlık ve hatta bizzat “din” kategorileri eleştirel bir bakış açısıyla tanımlanmalıdır. Bu tür uygulama ve deneyimler genellikle “popüler din” kavramıyla açıklanmakta ve bu kategori altında incelenmektedir. Hall’a göre “popüler din”, dini otorite ve kurumların savunduğu kurumsal din ile günlük hayatta yaşanan din arasındaki “yukarı-aşağı” ayrımını kaçınılmaz olarak beraberinde getirirken, insanların günlük dini deneyimlerine odaklanan “yaşanan din” kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. , bu kutuplaşmayı ortadan kaldırır. Özellikle din sosyologlarının katkıda bulunduğu “yaşayan din”, sıradan insanlardaki beden, zihin, duygu ve ruhun dinamik ve yaratıcı dini uygulamalarını inceleyerek dini ve dindarlığı dinamik bir şekilde yeniden tanımlar.

TÜRKİYE’DE ‘YAŞAN DİN’ VE MEVLİT

Yukarıda bahsettiğim Nursema, “Hatırlıyorum. Gözcü Baba’ya gitmişler” diyerek şöyle devam etti: “Ama Nilay’ın gitmesi gerekiyor. Nilay ziyaretinden ne anlıyor?” Nitekim Türkiye’de çoğu kadın ve erkek türbe ziyaretinden “anlıyor”. Geçmiş tezahürünü öğrenmek için tarihçi olmaya gerek yok. Örneğin 1950’lerde Havadis gazetesinde yayınlanan Nezihe Araz’ın çok satan kitabı Anadolu Evliyaları bu konuda çok çeşitli kanıtlar sunmaktadır. Laik-dindar, erkek-kadın, Sünni-Alevi gibi çelişkilere dayanmadan, ötekileştirmeden “ben”i “hurafe” olarak tanımlar. Pek çok farklı örnek var, örneğin Latife Tekin’in ‘Sevgili Arsız Ölüm’ romanı bu açıdan mükemmel. Türkiye’de “yaşanan din” sadece nazar, adak ve ziyaret türbeleriyle sınırlı değildir, örneğin Halil İbrahim Sofrası veya Zekeriya Sofrası da dahildir. Bu yazıda hem üzerinde çalıştığım proje olması hem de “devrimci” solcuların bile ilgisini çekmesi nedeniyle Mevlid’den birkaç çarpıcı örnekle yetineceğim.

Pembe Hanım’ın “Kırkları uçururlar, sana öğretirler kızım gel” diyerek dizide bahsettiği mevlit, Vedat Türkali’nin ilk kez 1975’te yayınlanan ‘Bir Gün Yalnız’ romanında geçer. Bana göre edebiyatımızın en yiğit kadın kahramanlarından biri olan ancak hak ettiği ilgiyi göremeyen devrimci Günsel, evli bir Kenan’a aşık olmuş ve hamile kalmıştır. En hassas ve zayıf anlarından birinde şunları yaşamış: “Ağlamak geliyor içimden… En sağlıklısı, en doğalı hamile kalmak. İlaçlarla, adaklarla, dualarla bekliyorlar. Necmiye abla boşandı kocasından.” Kısır olduğu için nasıl ağladı adamın suçu Süleyman’dan ikiz doğurdu bir yıl sonra evlendi bana mevlit okuttular beni de aldı anam .. -Kulağım mevlidin ağzında.Ayağa kalkıp herkes birbirinin sırtına vurmaya başlıyor.Kolay doğum dilemek olduğunu çok sonra öğrendim.”(7)

.

Bir diğer “devrimci” Mina Urgan, erken cumhuriyetin olağanüstü kadınlarından biri olan annesi Şefika Hanım’ın “ilginç İslam”ını anılarında şöyle anlatır: “Allah’a inancı sonsuz, tüm dinlere büyük saygısı vardı. Ama son din olduğu için İslam’ı en iyi o bilirdi.ı.Ramazan’da oruç tutarken ise Noel gecesi St. arkadaşlar bu henüz moda olmasa da…. başını örtüp hayranlıkla dinlerdi.”(8)

İKİNCİ YÜZYILDA DAIN

Yani toplumun “kurumsal dini” hatta din dışı kesimlerinin dünya ve hayatla baş edebilmek için canlarının istediği gibi yaşadığı bir dindarlık vardır. “Yaşayan din”, bu tür dindarlık biçimlerini ele alır, insanların etnik, dini, cinsel kimliklerini, “hurafelerini” vb. ön planda tutmaz. kategorilere ayrılmıştır. Dinin ve dindarlığın “yukarıdan” tanımlanmasıyla değil, insanların hayatlarını çeşitli biçimlerde nasıl anlamlandırdıklarıyla ilgilenir. Kapsayıcı, çoğulcu ve birleştiricidir. 2. yüzyılda “yaşayan din”in cumhuriyet tarihindeki yönlerine ve halen devam eden biçimlerine bakmak, hem din ve dindarlığı tanımlamak için kullanılan zıt kategorilerin hem de laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt.(9) Yaygın “Türk toplumu dindardır” sözü bence eksik: Bu dindarlığın içeriği sanıldığından çok daha renkli ve bu ırmak tüm olumsuzluklara rağmen dilediği gibi akıyor. yukarıdan müdahaleler

dipnotlar

bir.Bu geniş konuyu Gökçen Brainli, İslam ve Diğer İnsanlar: Hurafeler, Hanımlar, Laik Türkiye’de Mezarlar (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2021) adlı kitabımda ele alıyorum.
2.1987’de İslamcı bir kadın dergisinde yayınlanan makale temsili bir örnektir, “Helvacı Baba ya da Hurafe Merkezi”, Bayan ve Aile, 60 (Eylül 1987): 56-7.
3.Robert A. Orsi, The Madonna of 115th Street: Faith and Community in Italian Harlem, 1880–1950 (New Haven: Yale University Press, 1985).
4.David D. Hall, Yaşayan Din: Bir Uygulama Tarihine Doğru (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1997).
5. Meredith McGuire, Yaşayan Din: Günlük Yaşamda İnanç ve Uygulama (New York: Oxford University Press 2008); Nancy T. Ammerman, Studying Lived Religion: Contexts and Practices (New York: New York University Press, 2022).
6. Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları (İstanbul: Fatiş Yayınevi, 1958). Bu kitabın piyasada yeni baskısı yok ama bu kitabın da birebir yaklaşımı var, Aysel Okan, İstanbul Evliyaları (İstanbul: Kapı Yayınları, 2015).
7. Vedat Türkali, Bir Gün Yalnız, Cem Yayınevi, 1980 (1975), 378. Kenan’ın eşi Nermin kendilerine “nazar” değdiğini ve üzerlerine sihir yapıldığını düşünerek “Eyüp Bile”ye gider. kocasını geri getirmek için yemin etmek, s. 267. Mevlit, Halide Edip Adıvar romanlarında tekrar eden bir temadır, özellikle Rabia karakteri çok önemlidir, ayrı bir yazı olsun.
8. Mina Urgan, Bir Dinozorun Anıları, YKY, 1998, s. 111-2.
9. Diyarbakır’daki “direniş” bağlamında Kürt Mevlidi için bkz. Şeyhmus Diken, Diyarbekir Yurdum Kaybımı Yakarım (İstanbul: İletişim, 2014). Bildiğim kadarıyla Aleviler Mevlit töreni düzenlemezler ama Şah İsmail’in meşhur “Bu dünya nur doludur” sözünün Mevlit ile benzerliği için Yeni Bosna Cemevi’nden aşağıdaki kayda başvurabilirsiniz, https:// /www.youtube.com/watch?v=v3-bLz0AIzs ( Erişim tarihi: 3 Mart 2021).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu