Haber

‘Amerikan egemenliğine dayalı dünya egemenliği yıkılıyor, yeni bir düzene geçiş aşamasındayız’

ABD’nin Ukrayna’da tetiklediği çatışmanın yansımalarıyla Amerikan hegemonyasının sarsılması tartışma konusu olurken, bunun Ortadoğu’daki en somut kanıtı Çin’in arabuluculuğunda İran-Suudi anlaşmasıdır.

10 Mart’ta Pekin’de açıklanan anlaşmanın ardından hızlı adımlar atıldı. İran ve Suudi Dışişleri Bakanları mutabakata varırken, diplomatik misyonların açılmasından vize kolaylığına, ticaret ve iş birliğinin güçlendirilmesine kadar pek çok konuyu açıkladılar. Bu anlaşmanın ardından Suudi Arabistan’ın da Suriye ile ilişkileri normalleştireceği ve Mayıs sonunda Arap Ligi zirvesine Devlet Başkanı Beşar Esad’ın davet edileceği haberi geldi. Aynı şekilde Umman’ın da katkılarıyla Yemen’de ateşkes ve barış için kolları sıvadı.

Bu koşullar altında CIA Lideri William Burns’ün ‘gizlice’ Suudi Arabistan’a gittiği ve ülkenin tavrından ‘şok olduklarını’ aktardığı haberi dünya basınına sızdı.

Ortadoğu’daki bu hareketin Netanyahu hükümetinin İsrail’deki tartışmalı ‘yargı reformu’ yasasıyla sarsıldığı bir dönemde gerçekleşmesi dikkat çekici. Netanyahu, kitlesel protestolar ve ‘iç savaş’ uyarıları üzerine yasa tasarısını ertelerken, Ramazan ve Pesah bayramlarının aynı tarihlere denk geldiği kutsal topraklarda İsrail polisinin Mescid-i Aksa’ya düzenlediği baskınlarla tansiyon yükseldi. Öyle ki Lübnan’daki Filistin kümeleri İsrail topraklarını vurdu. İsrail, sorunu Hizbullah ile karıştırmayacağını açıkladı.

Yakın Doğu Haber sitesinin Kurucusu ve Araştırmacısı Alptekin Dursunoğlukonuştuk

“Hassasiyetleri kışkırtmak için Mescid-i Aksa’da ittifak halindeki insanlara saldırı düzenlendi”

Alptekin Dursunoğlu’na göre Mescid-i Aksa baskınlarının nedeni, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun yargı reformları nedeniyle ‘iç savaş’tan bahsettiği bir dönemde ‘dış düşman’ söylemine ihtiyaç duyması. Provokasyonun en kolay ve en masraflı olanın Filistin Arapları üzerinden yapıldığını hatırlatan Dursunoğlu, Müslümanların ‘i’tikaf’a girmelerinin’ nedeninin bu olduğunu söyledi.

“İsrail’in yargı reformuna tepkiler nedeniyle iç savaşı konuştuğu bir dönemde Netanyahu, iç kamuoyunu sağlamlaştırmak ve bu ikiye bölünmeyi ortadan kaldırmak için bir dış düşman söylemine ihtiyaç duyuyordu. Bir provokasyona ihtiyacı vardı. Geçen haftadan beri bunu yapmaya çalışıyor. İsrailliler için bunu yapmanın en kolay ve özgür yolu Filistinliler üzerinden kışkırtmaktır çünkü onlar bölgedeki en zayıf halkadır. Bu nedenle tüm hassasiyetleri kışkırtmak için Mescid-i Aksa seçilmiştir.

Mescid-i Aksa’daki provokasyonları İtikaf’ta halka saldırmaktı. Ramazan ayında insanlar itikafa girerler yani bir camiye girip namaz kılarlar, zorunlu ihtiyaçları dışında dışarı çıkmazlar, mescitte yaşarlar. Yani bu bir gösteri değil, sosyal bir eylem değil. En pasif davranış ve ibadet. İsrail polisi Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi, İtikaf halkını darp etti, plastik mermi kullanarak tutukladı ve şiddet kullandı. Çok açık bir amacı vardı. Tüm Filistin’i kışkırtmak ve iç kamuoyunu kontrollü bir biçimde pekiştirmek istediler ve başardılar.”

“Hizbullah’ın onayı ve bilgisi olmadan böyle bir şey yapılamaz”

Dursunoğlu, Netanyahu’nun Suriye’de iki İranlı askeri danışmanı öldürmesinin Lübnan üzerinden “sahte bir hesaba” dönüştüğü görüşünde. Bu olaydan sonra Hamas ve İslami Cihad liderlerinin Lübnan’a gittiğini hatırlatan Dursunoğlu, Lübnan’dan İsrail’e atılan füzelerin Filistinlilerin işi olduğunu ancak bunun Hizbullah’ın onayı olmadan mümkün olmayacağını vurguladı. Dursunoğlu, İsrail’in Lübnan ile çatışmadan kaçınmasının aynı zamanda Hizbullah’ın caydırıcılığına da teslim olmak anlamına geldiğini değerlendirdi:

“Batı Şeria’da kargaşa vardı ama Netanyahu’nun hesaba katmadığı bir şey daha oldu. Aynı zamanda Suriye’ye yönelik taarruzla da ilgiliydi. Mescid-i Aksa ile ilgili gerginliğin tırmandığı günlerde İsrail rejimi Suriye’de bazı hedefleri bombaladı ve burada iki İranlı askeri danışman hayatını kaybetti. Ardından İranlılar intikam alınacağını söylediler. Dünkü olaydan önceki gün, Hamas ve İslami Cihad liderleri Lübnan’a gitti. Orada hem İranlı hem de Hizbullah yetkilileriyle görüştüler. Ardından Lübnan’dan füze saldırıları geldi.

34 Katyuşa Lübnan’dan sürüldü. İsrailliler, bu saldırının Hizbullah tarafından değil, Lübnan’daki Filistinliler tarafından gerçekleştirildiğini söylediler. Hizbullah’a sizinle savaşmak istemediğimizi belirten bir açıklamaydı. Evet, saldırıyı Hizbullah gerçekleştirmedi; ancak Hizbullah’ın onayı ve bilgisi olmadan böyle bir şey yapılamaz. Normalde, saldıran İsrail rejimi için bu ne anlama gelirdi? Sonuç olarak, onlara Lübnan’dan ateşlenen füzeler hem yaralanmalara hem de maddi hasara neden oldu. Ancak İsrail rejimi Hizbullah’ın caydırıcılığına teslim oldu ve onu savaşın dışında tutmaya çalıştı.”

“İsrail’in caydırıcılığı sorgulandı”

Dursunoğlu, İsrail’in Lübnan’a yanıt verememesinin arkasında Nasrallah’ın “Lübnanlı olsun olmasın bir kişiye saldırı olursa mutlaka karşılık veririz” açıklamasının yattığı görüşünde:

“İsrail tarafı, ‘Hizbullah bize saldırmadı, bu yüzden Hizbullah’la savaşma seçeneğini ortadan kaldırmak için Hizbullah’a misilleme yapmak zorunda değiliz’ dedi. “Filistinliler yaptı” dedi. Ancak birkaç hafta önce Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah yaptığı açıklamada, ‘Lübnanlı olsun ya da olmasın, Lübnan’ın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye yönelik bir saldırı olursa mutlaka karşılık veririz’ demişti. Yani bizi dışlayarak Filistinlileri bahane ederseniz, Lübnan’da birilerini hedef alırsanız karşılık veririz. Bu durum İsrail rejimini olağanüstü bir duruma soktu. Netanyahu cevap verirse Hizbullah’la savaşmak zorunda kalacak. Cevap vermese bile iç kamuoyunun büyük baskısı altında kalacaktı. Çünkü dünyanın en güçlü dördüncü ordusuna sahip olmakla övünen İsrail’in caydırıcılığı sorgulandı.

‘Ünlü bir Türk filminde ‘Küçük enişteyi kaçırma’ sahnesini herkes hatırlar’

Dursunoğlu, İsrail’in bölgesel savaş çıkaracağı yönünde bir beklenti yarattığını ancak ellerinden gelenin Lübnan, Gazze’deki tarlaları ve muz bahçelerini bombalamak olduğunu söyleyerek, “Görüntüyü bile kurtaramadılar” dedi.

“İsrail rejimi yaptığı açıklamalarla bölgesel bir savaş başlatacağı beklentisini yarattı. Netanyahu güvenlik kabinesini topladı, İsrail rejiminin savunma bakanı Lübnan’a özel bir hedef listesi hazırladıklarını açıkladı. Gazze’nin işgali için senaryolar yapıldı. Ancak bu tehditlerle yapılanlar kıyaslandığında herkesin aklında ünlü bir Türk sinemasındaki ‘geri durma küçük kayınbirader’ sahnesi canlanmıştır. O ‘küçük kayınbiraderi’ İsrail rejimini desteklemiyorlardı ama onun tek yapabildiği gidip Gazze ve Lübnan’daki tarlaları bombalamaktı. Gazze’ye çok sayıda uçak kaldırdılar ve 50 ton bomba attılar; ancak tek bir kişi yaralanmadı. Lübnan’da Sur kentindeki Filistin mülteci kampının yakınında muz bahçeleri var, gidip bombaladılar. Böylece sözde iç kamuoyuna bir cevap verdiklerini söylediler; ama aslında hiçbir şey yapamadılar. Manzarayı bile kurtaramadılar.”

‘Suudiler, Batı’ya sır vermeden İran’la anlaşma yapıyorsa bu bir tercihtir’

Amerikan hakimiyetine dayalı saltanat sisteminin yıkılarak dünyada yeni bir düzenin kurulduğu görüşünde olan Dursunoğlu, şu anda ‘geçiş safhasında’ olduğunu söyledi. Suudi-İran mutabakatının Çin’in ‘süper kahramanlığını’ değil, Riyad’ın tercihini gösterdiğini belirten Dursunoğlu, tamamıyla Amerikan rejimine bağımlı bir ülkenin, Amerika’nın mutlak hakimiyetten çıktığı bu ‘geçiş sürecinden’ gönlünü aldığını söyledi. :

“Şu anda dünyada yeni bir düzen kuruluyor. Bu yeni sistemin geçiş aşamasındayız. Küresel sistem değişiyor ve 1990’lardan beri var olan tek kutuplu Amerikan hegemonyası yıkılıyor. Çin, Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmada etkili oldu ama bu Çin’in ‘süper kahramanlığı’ ile ilgili değil. Küresel düzende bir değişim yaşanıyor ve bu dönemde Çin dünyanın değerli aktörlerinden biri. Bu geçiş döneminde Suudi Arabistan gibi tarihsel olarak tepeden tırnağa Amerikan rejimine bağımlı bir ülke, Amerika’yı terk edip Çin’in arabuluculuğunda ve üstelik Batı’ya sır vermeden İran’la anlaşma yaparsa, bu bir tercih gösterir.

Bu seçimin cüretini nereden alıyor? Kalbini Amerika’nın artık mutlak hakimiyet olmadığı bu geçiş döneminden alıyor. Bugünlerde herkes çok kutupluluktan bahsediyor. Ama şimdi söylemek için çok erken. Şu anda bir geçiş döneminde olduğumuz için bu sürecin sonunda çok kutuplu bir dünya sistemi mi kurulur yoksa başka bir küresel gücün egemenliği altında tek kutuplu bir düzen mi kurulur bilinmez. Şu anda bölgesel ağların oluşturduğu kutuplardan söylenebilir. Şimdi bu mevcut durumun dünyanın yeni düzeni olup olmayacağını bilmiyoruz. Bölgesel ağlar derken bunu kastediyorum. Örneğin, Türkiye bir NATO üyesidir; ama Rusya ile mükemmel bağları var, ŞİÖ’ye girmeye çalışıyor. Bunlar daha önceki iki kutuplu dünya sisteminde de, tek kutuplu dünya düzeninde de karşılaşmayacağımız şeylerdi.”

‘Avrupa’nın Rusya karşıtı tutumuna rağmen Suudiler Rusya’ya karşı asker olmadı’

Suudi Arabistan’da Trump’tan Biden’a devlet değişikliğine değinen Dursunoğlu, Ukrayna ihtilafının gelişmelere ve Riyad’ın tercihlerine etkisine vurgu yaptı. Dursunoğlu, Suudilerin Avrupa’nın baskılarına rağmen “Rusya’ya karşı asker olamamasının” iki kutuplu ya da tek kutuplu dünyada eşi benzeri olmadığını belirtti:

“Suudi Arabistan krallığının Amerika’ya olan klasik bağımlılığı iyi bilinmektedir. Suudi yetkililer, eski lider Trump’ı mükemmel bir karşılama töreniyle ağırladı. Trump Riyad’a geldiğinde tüm Arap dünyasını İran’a karşı seferber etmekten bahsediyordu. Suudiler, Biden’ı Riyad’da karşılarken son derece soğuktular. Biden’dan birkaç ay sonra Çin devlet başkanı geldi ve harika ve şanlı bir karşılama yaptılar. Suudi Arabistan’ın klasik müttefiki Amerika’yı bu kadar soğuk karşılaması ve Çin’e bu kadar sıcak yaklaşması, bir dış politika tercihinin göstergesiydi. Şu anda Çin’in arabuluculuğunda gerçekleşen normalleşme de bu çerçevede görülmelidir. Amerikan rejimi, Ukrayna savaşı başladığında petrol üretimini artırması ve fiyatları düşürmesi için Suudilere baskı yaptı ve Rusya’yı ekonomik sıkıntıya soktu. Suudiler bunu yapmadı. Avrupa’nın Rusya’ya karşı tutumuna rağmen Suudiler Rusya’ya karşı asker olmadılar.

Bunlar ne iki kutuplu bir dünyada ne de tek kutuplu bir dünyada görebildiklerimiz değil.”

‘Bölgeye inanılmaz faydaları var’

Dursunoğlu, Yemen’den Suriye’ye Ortadoğu’da yaşanan ‘çok kutupluluğa geçiş’in gözle görülür etkilerine dikkat çekti:

Bunun bölge için inanılmaz faydaları var. Burada Suudilerin de büyük ihtiyaçları karşılanıyor. Yemen savaşı bunlardan en önemlisidir. Suudiler, cumhurbaşkanı olarak atadıkları Mansur Hadi’yi görevden aldı. Başkanlık Divanı’nı kurdular. Al Mayadin televizyonunun bugün Lübnan’daki haberine göre, Savunma Bakanı Halid Bin Selman, Cumhurbaşkanlığı Heyetini toplayarak Sanaa hükümeti ile yapılacak barışın detaylarını açıkladı. Umman ve Suudilerden oluşan bir heyetin Sanaa’ya gideceği söyleniyor. 2015’te Suudiler bir haftada hükümeti dümdüz etmekten bahsediyorlardı. Birkaç hafta sonra Sana’da Mansur Hadi’yi cumhurbaşkanlığına getireceklerini iddia ediyorlardı. Husilere terörist dediler, İran’ın vekil gücü dediler. Şu anda Suudiler bir heyet ile Husilerin kurduğu Sanaa hükümetine gidiyor ve barışın kurallarını oluşturuyor. Suudiler, Tahran’ın en yakın bölgesel müttefiki Şam ile bire bir ilişkileri normalleştiriyor.”

‘Nereden geldik…’

Suriye’nin Arap Ligi’ne yeniden kabulü için ‘kesinlikle olacak’ diyen Dursunoğlu, İran-Suudi normalleşmesinin Lübnan’a da yansımasını bekliyor:

“Suriye yeniden Arap Birliği’ne kabul edilecek. Şu andan itibaren, bu kesinlikle olacak. Daha önce İran ve Suudi Arabistan’ın normalleşmesi konulu programımızda Süleyman Francia’nın Lübnan’da cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda inanılmaz bir şey olacağını söylemiştim. Bunu bekliyorum. Bunlar artık imkansız değil. Bu normalleşmenin Lübnan’a da yansımaları olacaktır. Suriye yeniden Arap Birliği üyeliğine geri dönecek. Çünkü Katar dışında artık Körfez’de ve Arap dünyasında Suriye’ye karşı bir rezerv kalmadı. Amerikan rejiminin bu kadar baskısına rağmen BAE, birkaç yıl önce Suriye ile ilişkilerini normalleştirdi. Deprem sırasında Irak’ta Haşdi Şabi’den sonra Suriye’ye en büyük yardımı BAE yaptı. Suriye’deki bu 10 yıllık vekalet savaşına bir dönem BAE, Katar, özellikle Suudi Arabistan öncülük etti. Suudi İstihbarat Şefi Bandar bin Sultan, Suriye’deki dostlar grubunun komutanıydı. Nereden geldik…”

‘ABD büyük devletlerden sadece biri, hepsi bu’

Dursunoğlu’na göre ABD’nin durumu, kendisine yönelik “saldırıya sahaları bombalayarak karşılık verebilen” İsrail’den artık çok farklı değil. Dursunoğlu, özellikle ABD doları hegemonyasına karşı başlayan seferberliğe değinerek, “Amerika artık tek kutuplu dünyanın lideri değil, büyük devletlerden sadece biridir” dedi:

“Amerikan rejiminin konumu artık İsrail rejiminden çok farklı değil. İsrail rejimi dünyanın en büyük dördüncü ordusu olmakla övünüyor, ancak kendisine yönelik saldırının ardından Lübnan ve Gazze’deki sahaları bombalayarak karşılık verebiliyor. Amerika da farklı değil. Trump bugün yaptığı açıklamada, “Doların küresel hakimiyeti azalıyor” dedi, bu gerçek. Daha düne kadar İran, dış ticaretimizi Libya doları ile değil, başka para birimleri ile yapalım dediği için kıyamet kopmuştu. BRICS ülkeleri bunu şimdi yapıyor. Suudi Arabistan, Çin, İran, Hindistan ve Rusya artık dolarla petrol ticareti yapmıyor. Amerika’nın hegemonyası dolar hegemonyasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Amerika artık tek kutuplu dünyanın başkanı değil, büyük devletlerden sadece biri.”

habersuhut.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort